30 Ekim 2017

Kahve Bahane #8


Her şeyin başı sağlık. Bu ara büyük olmamakla birlikte canımı sıkan sağlık sorunları ile uğraşıp duruyorum. 3 senedir Polonya'da dişçiye gitmemek için direnip, kendimi Türk doktorlarına emanet etmekten dün itibariyle vazgeçtim. Müsebbibi ise perşembe akşamı başlayıp, avuç avuç (mübalağa yapıyorum) ilaç içmeme rağmen dinmeyen diş ağrım. Şimdi geçici dolgunun rahatsızlığına alışmaya çalışıyorum.

Hep söylerim hastalıkları yok saymakta üstüme yok. Cuma günü diş ağrıma rağmen arkadaşın veda partisine gittim. Sanırım 5-6 saat içinde 3 ağrı kesici içtim. Pek işe yaramasa bile bu beni dans etmekten alıkoyamadı. 4 saat hiç oturmadan dans ettim. Kulağa çılgınca gelebilir ama ben dans etmeyi çok seviyorum. Arkadaşı Amerika'ya yolcu ediyoruz. Adamın tek hayali Amerika'ya taşınıp, silah sahibi olmak. Tüm gece nasıl silahlar alıp duracağını anlattı. Ayrıca çok ilginç bir hobisi var. Şeytan yaratabiliyor. Ben demiyorum. O diyor. Bunu bize uzun uzadıya anlatmıştı. Rusya'da bu iş ile ilgilenen bir grup varmış. Tarikat gibi bir şey. Biz çok gülerek dinledik anlattıklarını, o ise anlatırken çok ciddiydi.


Çarşamba günü burada yine bir dini bayram var. Büyük azizler günü gibi bir şey. Mezarlıkları ziyaret edecekler. Her yer çiçekler ile dolup taşacak. Biz de bu küçük tatili fırsat bilip minik bir Berlin gezisi ayarladık kendimize. Aslında Almanya'yı hiç sevmem ben. Nedense ismi de insanları da bana çok itici geliyor. 3 senedir burnumunuz ucunda olmasına rağmen adımımızı atmamamız bu yüzden. Hatta biletler, kalacak yerler hazır olmasına rağmen bir gezi planı çıkarmamam da buna dahil.
Berlin'e gitmeyi sadece Türk yemekleri yiyebileceğim için istedim desem yeridir. Burada türk mutfağından çok uzağız. İnsan lahmacunu ve kebabı özlüyor. 3 günlük gezide bol bol lahmacun ve bulursam çiğ köfte yemeyi planlıyorum. Döndüğüm de ise blogda bir gezi yazısı sizinle olacak.


Bu sıralar sözlükte ve diğer bloglarda gözüme takılan, Ayla adı bir film var. Bakalım burada vizyona girmesini bekliyorum. Şayet girerse uzun bir aradan sonra sinemada Türkçe bir film izleyebileceğim.

Film demişken, netflixe üye olduk. Şimdi oralarda takılıyoruz. Güzel filmler ve diziler var. Seslendirme ve alt yazı seçeneği çok işime yarıyor. Çizgi film izliyorum. Seslendirmesi lehçe, altyazısı ingilizce. Böylelikle bir taşla iki kuşu vurmuş oluyor muyum acaba?



Lehçe'de 3 haftada bayağı bir yol katettim. İlk bir hafta videodaki kız gibiydi tepkilerim. Şimdi her şey daha anlaşılır olmaya başladı. Ben de devam kararı aldım. Bir ay daha gideceğim. İşin en güzel yanı her an, her dakika lehçeye maruz kalmam. Bu maruz kalışlar ister istemez pratik yapma şansı sağlıyor. Anlamaya başladıkça bu dili sevdiğimi itiraf etmeliyim. Önceleri bana sadece ç ve ş harfinden ibaret gelen konuşmalar şimdi bir anlam kazandığı için mutluyum. Tek korkum maymun iştahlı oluşum. Umarım hevesim çabucak geçmez.

Paragraflar arası geçiş yaparken en azından uçundan azıcık konuları birbirine bağlama çabası içinde yazıyorum bu seriyi. Yazının başından beri sirkeyi bir konu ile ilişkilendirme çabam başarısızlıkla sonuçlandı. Bu yüzden konuya ani bir giriş yapmaya karar verdim.

Sirke ne garip bir sıvı. Salatalarının baş taçı, çamaşırlar için faydalı. Bunları biliyordum da geçen hafta küf konusunda da harikalar yarattığını öğrendiğimde; ya bu sıvıyı biz midemize göndermekle doğru mu yapıyoruz demeden edemedim. Banyomuzda havalandırma penceresi yok. Minik bir fan var. O da pek yeterli olmuyor. Bu nedenle banyonun tavanında küf oluşmaya başladı. Hem görüntü hem de sağlık açısından sıkıntılı bir durumdu. Acaba ne yapabilirim dedim. Google amcaya danıştım yine. Dert etme Yasemin sirkeli su ile sil gitsin dedi. Silene kadar hiç umudum olmadığını söylemeliyim. Hatta tavanı mahvedeceğim ve sanırım yeniden boyamak zorunda kalacağız düşüncesi ile kolları sıvadım. Aman iyi ki de sıvamışım. Tavan pırıl pırıl oldu. Küften eser yok. Böylelikle sirke, küf konusunda da harikalar yarattığını ispatlamış oldu.

Yeni ve yararlı bilgiler öğrenmekte ve biriktirmekte fayda var. Bu kahve bahane yazımda işe yarar bir bilgi vermemin haklı gururunu yaşarken, artık çarşaf gibi uzayan yazıma son verme zamanının geldiğini düşünüyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere,
Kendinize güzel davranın.
Sevgiler.



✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

23 Ekim 2017

Kahve Bahane #7


Masada kahve yerine bitki çayı var bugün. Sebebi bir haftadır yok saydığım hastalığımla haşır neşir olmamdan kaynaklanıyor. Hemen kabullenmem hastalığı, ilk önce onu yok sayarım. Ona, bu bedenin patronu kimmiş göstermeye çalışırım. Çoğu zaman galip gelsem de bazı zamanlar yenilirim. Zaten hayat böyle güzel. Her zaman kazanırsan, kazandığın zamanlar aldığın hazzın da bir tadı kalmaz, di mi ? Şu an için hastalık ile seviyeli bir ilişkimiz var. Beni yatağa düşürmediği sürece sorun yok. Aslında evde işleri yapacak biri varsa (bu tanım genelde anneler için kullanılır) yatak döşek yatmanın da keyfi ayrı oluyor. Eee bizde şimdi o çok uzaklarda. Onun için yatmanın da bir keyfi yok.

Bak sen şu hastalığın bana yaptığına, tüm benliğimi ele geçirmiş gibi. Parmaklarım devamlı onun hakkıda yazıp duruyor. Şimdi beynimi hastalığı düşünmekten uzaklaştırıp, bu hafta gittiğim iki sinema filmi yazmaya odaklamalıyım.

Kahve bahanenin önceki yazısında Loving Vincent'i izleyeceğimi yazmıştım. Bu hafta onu izledim. Polonya- İngiliz ortak yapımı bir film. Filmin görselleri için 100 sanatçının çizimi kullanılmış. Konusu Van Gogh'un ölümünün intihar mı yoksa cinayet mi olduğunu araştıran bir genç üzerinden işleniyor. Filmi beğenebilmek için Van Gogh'un hayatını biraz da olsa biliyor olmak gerek. Hakkında sadece bir ressam olduğunu bilenler için filmin pek bir şey ifade edeceğini düşünmüyorum. Bir ara Van Gogh hakkında güzel bir yazı yazayım en iyisi.  Kahve bahane serimin bana en büyük artılarından biri de yazarken aklıma yazılacak yeni konular getirmesi. O nedenle bu seriyi yazmayı seviyorum.


Bir diğeri ise, Philip K. Dick'in " Androidler Elektirikli Koyun Düşler mi? " adlı kitabından esinlenerek beyaz perdede yerini alan Blade Runner 2049 adlı film. Türkiye'de sansürlendiği için oldukça adından bahsettirdi. Biz sansürsüz izledik. Bana sorarsanız en sansürlenmeyecek yeri sansürlemişlerdi. Diğer sahnelerde yer alan göğüsleri de sansürlemişler mi diye düşündüm filmi izlerken. Sansür olayını bir yana bırakırsak, film hakkındaki tek eleştirim 2 saat 30 dakika sürmesi. Görseller çok güzel olduğundan, insan izlerken sıkılmasa bile toplamda film için harcanan zaman çok fazla. Bilim kurgu seviyorsanız izleyin. Bunun dışında kitabı da okumanızı tavsiye ederim. Ben geçtiğimiz yaz okumuştum.


Lehçe ile tanıştıktan sonra kitap okumaya ayırdığım zaman azaldı. Oldukça yoğun ders çalışıyorum. Günde sadece 1 saatimi kitap okumaya ayırabiliyorum. Yıl sonu hedefim 70 kitaba ulaşmaktı. Sanırım hedefime ulaşamayacağım. Dün 56. kitabı okumaya başladım. Önümde iki ay var. Bu sene kapanışı 60 kitapla yapabilirim diye düşünüyorum.

Okumayı sevdiğim gibi yazmayı da seviyorum ben. Onun için bir blogum var zaten. Altını çizerek de kişisel blog yazarı olduğumu her seferinde belirtiyorum. Benim amacım yazarken mutlu hissetmek. İçimi dökmek. Bu bir terapi yöntemi aslında. Yazmak ilk önce bana, ruhuma iyi geliyor. Bunun yanı sıra kalbi güzel insanlar tarafından okunmak ve yorum almak beni mutlu kılıyor. Blog serüvenimde beni yalnız bırakmayan herkese (sana) teşekkür ederim. Bu mutluluğumu somutlaştırmak adına, bu sene en çok yorum yapan bir kadın ve bir erkek okuyucuma, çam sakızı çoban armağanı, Krakow'dan bir hediye göndereceğim.

Bitki çayım bitti. Yazıyı da sonlandırmanın vakti geldi.
Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşmek üzere.
İçinizden huzur eksik olmasın.







✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

19 Ekim 2017

IQ'yu Arttıran 6 Hobi


İnsanlar, eğer bana bir katkısı olmayacaksa hobi edinmek saçma diyorlar. Neden böyle düşündüklerini anlayamıyorum. Benim birçok hobim var. Mesela bir ressam değilim ama renkli kalemlerim ile defterime şekiller karalamayı çok seviyorum. Diğer bir hobim ise bulmaca çözmek. Neredeyse her gün sukodu çözüyorum ve o süre zarfında çok eğleniyorum. Ruhu mutlu etmenin bir yolu da hobi edinmekten geçiyor.

Bu girişten sonra; hem hobim ile haşır neşir olayım, hem de zekama zeka katayım diyorsanız aşağıdaki satırlar tam sizlik.

1- Enstrüman Çalın

Bir araştırmaya göre düzenli olarak bir enstrüman çalmak beyni güçlendiriyor. Konunun uzmanları IQ'u 7 puan arttığını söylüyor. Enstrüman çalmak; işitmeyi, hafızayı ve elleri aynı anda aktif kullanmamıza olanak sağlıyor. Böylelikle hepsi senkronize çalışmayı öğreniyor ve ahenk içindeki bu çalışma beynin mimarisini değiştiriyor. 

2- Okuyun 

Başarılı ve zeki insanların ortak noktası okumaları. Okuma vakit ayırmaları. Kitaplar; dilimizi anlamaya ve güzel kullanmaya, kelime dağarcığınızı geliştirmeye yardımcı olur. Kendini zorluk çekmeden iyi bir şekilde ifade eden insanların iletişim becerileri daha yüksektir. İletişim ile etkileşim doğru orantılı olduğundan dünyayı daha iyi algılayabilirsiniz. Bunun yanı sıra okumak empati yeteneğini geliştirdiği için de duygusal zekayı yükseltiyor.

3- Düzenli Egzersiz Yapın

Düzenli egzersizden kasıt, spor salonunda saatlerce vakit geçirin, her gün ölümüne spor yapın şeklinde algılanmasın. Her gün yarım saatlik bir yürüyüş, haftada iki kez, spor salonunda geçirilen bir saate bedel. Düzenden kasıt bu. Hücreleri BDNF ile doldurmak lazım. BDNF yüklemesi konsantrasyonumuzun gelişmesi için önemli. Hareketsiz bir yaşam formunu benimsemek vücudun yağ bağlamasına sebep olduğu gibi, beynimiz için de zararlı.

4- Yeni Bir Dil Öğrenin

Dil öğrenmek ezberleme yeteneğimizi kullanarak beyni güçlendiren iyi bir egzersiz. Zihinsel esnekliği arttırıyor. Ayrıca öğrenilen dili aktif bir şekilde kullanmak beynin devamlı çalışmasına imkan sunuyor. Ne demiş atalarımız işleyen demir pas tutmaz. Beynin devamlı çalışması bu açıdan önemli.

5- Beyninizi Çalıştırın

Bulmaca çözmek, gizemli oyunlar oynamak beyin için çok faydalı. Bulmaca çözmek, olaylara farkı açılardan bakmayı ve çözüm odaklı olamayı sağlıyor. Pratik ve yararlı çözümlere ulaşmak için daha hızlı düşünmemize yardımcı oluyor. Bu konu hakkında güzel bir inceleme yazısını buraya bırakıyorum.

6- Meditasyon Yapın

İnsanın kendi kendiyle bağ kurabilmesinin en güzel yolu meditasyondan geçiyor. Meditasyon ile duygular manipüle edilebilir. Bu ise insanı daha güçlü kılıyor. İnsanın kendisiyle barışık bir insan haline gelmesine yardımcı oluyor. En azından günde 10 dakikanızı kendinizle iletişim kurmak için ayırın. Pişman olmayacaksınız. 


Bu yazıyı ingilizce okuduğum bir makaleden esinlenerek yazdım.
Siz bu maddelerden hangisine/ hangilerine hayatınızda yer veriyorsun?
✄----------------------------------------------------------------------

Paylaş:

17 Ekim 2017

Kış Aylarında İçinizi Isıtacak Çorba Tarifi


Kahve bahane serisinde bir çorba yaptığımdan ve enfes olduğundan bahsetmiştim. Sebze ile arası iyi olmayanlar çorbanın ana malzemesini duyduktan sonra, ben bu çorbayı denemem diyebilirler. Eğer bu ön yargı ile yaklaşırlarsanız biliniz ki kendinizi mükemmel bir lezzetten mahrum bırakmış olursunuz. Bende söylemesi. Ben farklı lezzetlere açığım diyorsanız ve 30 dakikanız varsa kesinlikle denemelisiniz. Pişman olmayacaksınız.

Bu kadar övdükten sonra, çorbamız için bize gerekli olan malzemeleri yazalım.

Kabak Çorbası

Malzemeler: 

2 adet orta boy kabak. ( Mücver ve kızartmada kullandığımız yeşil kabak)
2 yemek kaşığı beyaz un.
1 yemek kaşığı sıvı yağ. (Ben yemeklerde zeytinyağı kullanıyorum.)
3 su bardağı sıcak su.
Yarım paket çorba kreması. ( 100 ml -bir çay bardağı- yeterli )
Tuz ve Karabiber.

Yapılışı:

Kabağı güzelce yıkadıktan sonra, (soymanıza gerek yok) minik küpler halinde doğruyoruz.
Çorba tenceremizin içine sıvı yağ ile unu koyup 3-4 dakika kavuruyoruz. Unun hafifçe renk değiştirmesi yeterli.
Unumuz kavrulduktan sonra küp şeklide doğradığımız kabağı ekliyoruz ve yaklaşık 4 dakika daha kavuruyoruz. 
Kavurduğumuz un ve kabağın üstüne kaynattığımız suyu ekliyoruz. Tuzunu da ekleyip, kabakların yumuşaması için 15 dakika pişiriyoruz. Arada bir karıştırırsanız güzel olur.
Kabak çabuk pişiyor. Kabaklar iyice yumuşayınca mikser yardımı ile pürüzsüz ve eşit kıvamlı bir çorba elde ediyoruz.
Şimdi geldik son aşamaya. 
Yarım paket çorba kremasını da ekleyip, çorbamızı 3 dakika daha kaynatıyoruz ve altını kapatıyoruz. 
Artık enfes bir çorbanız var. Servis ederken üstüne karabiber dökmenizi şiddetle tavsiye ederim. 
Afiyet olsun. 

Ayrıca masadakilere sürpriz yapın. Ne çorbası olduğunu onlara söylemeyin. Muhtemelen kabak çorbası olduğunu çok zor tahmin edecekler. 




Ne güzel, pratik ve lezzetti bir tarifti bu böyle diyorsanız, blogumda yer alan diğer tariflere de göz atmanızı öneririm. 





✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

14 Ekim 2017

Kahve Bahane #6

Bu hafta benim için biraz sancılı geçti. Geçen cumartesi sırt ağrısı ile uyandım. Krem ve ilaç takviyesine rağmen ağrı peşimi bırakmadı. Ağrı kesicilerin etkisi geçince slow motion durumuna geçiyorum. Böyle hareketleri kısıtlayan acılar hiç benlik değil. Ben, bir saat bir yerde oturamayan insanım. Salondan mutfağa geçerken ömrümden ömür geçiyor. Kaplumbağa hızı ile yaşamak gerçekten zor. Şu saatten sonra kaplumbağalara saygı duyuyorum. Eğer kaplumbağaysanız ve bir yerden bir yere gitmeye çalışıyorsanız, hayat sizin için çok zor.


Peki bu acı beni yerimde oturmaya mecbur etti ama ben dinledim mi? Hayır tabii ki. Ağrı kesicileri içip, hafta sonu yine bir klasik müzik konserine gittim. Bu sefer yanıma minik not defterimi almayı da ihmal etmemiştim. Müziği dinlerken aklıma gelenleri not aldım. Güzel bir kısa öykü yazabilirim.


Pazar günü sinemaya gitmeye niyetliydim lakin sırt ağrım yüzünden onu ertelemek zorunda kaldım. Buralarda harika bir film vizyona girdi. Adı, Loving Vincent. Filmi Van  Gogh'un hayatını, kendi tablolarıyla hazırlanmış bir hikayede izleme şansı veriyor. Benim gibi Van Gogh hayranıysanız, kesinlikle sizin de izlenecekler listenizde yerini alması lazım.


Rengi yeşil olan içeceklere karşı bir zaafım var. Yeşil renk Smoothie beni resmen kendine çekiyor. Bu güne kadar birçok değişik çeşidini tattım. Yasemin, bu smoothie nedir mi dediniz? Taze sebze ve meyvelerin püre haline getirilmesi sayesinde hazırlanan bir içecek demek doğru olur. En son içtiğimin içinde; yeşil ve kırmızı elma, kivi, muz, armut ve üzüm vardı. Ama benim favorim; ıspanak, marul, zencefil, avokado ve yeşil elma ile hazırlanmış olanı.


Yeşil renkten konu açılmışken,  yakın zamanda bir çorba tarifi denedim. Enfes oldu. Rengi de yeşile yakın. Pek yakında, kış aylarında içinizi ısıtacak çok sağlıklı bir çorba tarifi blogda yerini alacak.

Bu Krakow'da geçirdiğim ilk Ekim ayı. Daha önce bu dönemlerde hep Türkiye'de oluyordum. İşin aslı kentin en güzel zamanı kaçırıp duruyormuşum. Sanırım sonbahar en çok bu şehire yakışıyor. Yazın bol bol fotoğrafladığım o güzelim yeşil ağaçları asıl şimdi görmelisiniz. Kırmızı, sarı, kahverengi yaprakları ile en ünlü ressamların tablolarını solda sıfır bırakacak cinsten. Parklarda yürümenin ayrı bir tadı var. Sanırım ilk kez sonbaharı çok sevdim ben. Sokaklarda gezinirken çektiğim fotoğrafları genellikle instagram hesabımda paylaşıyorum. Bloga eklediğim fotografların kaliteleri çok düşüyor. Bu konudan çok muzdaribim. Eğer bu sorunun bir çözümü varsa ve beni aydınlatırsanız mutlu olurum.



Havalar soğuyunca pek dışarı çıkmadığımı biliyorsunuz. Şimdi gelelim beni bu soğuk havalarda dışarı çıkarmayı başaran şeye. Daha önceki kahve bahane yazılarımda acaba şöyle mi yapsam, böyle mi yapsam diye yazıp durduğum konuya bir netlik kazandırdım. Lehçe kursuna başladım. Haftada 3 gün 2,5 saat. Toplam 1 ay sürecek. Bu bir ay sonunda A1 seviyesinin yarısına gelmiş olacağım. Umudum o yönde. Oldukça yoğun bir şekilde ders işliyoruz ve her gün yeni şeyler öğreniyoruz. Giderek zorlaşıyor ve karmaşık bir hal alıyor. Bildiğiniz gibi Lehçe öğrenilmesi en zor dillerden biri. Her kelimenin kişi zamirine göre çekimleri farklı. Bundan böyle ingilizceye laf edecek olursam şaşı olayım.

Ders çalışmanın yanı sıra, renkli kalemlerimin eşliğinde, masa başında zaman geçirmeyi seviyorum. Mandala boyama kitabı almıştım geçen sene. Şimdi günde 10 dakikamı onu boyamaya ayırıyorum. Beni rahatlatıyor. Onun dışında, bu sene kendi ajandamı kendim hazırlamak için kolları sıvadım. İlk Bullet Journal denememi yaptım. Şimdilik kendisi ile aramız çok iyi. Detaylı fotoğrafları ile yakında o da blogda yerini alacak.  Pintereste sayısız çeşidi var. Hepsi birer sanat eseri sayılır. Çizim yeteneği olan kişilerin bullet journal ajandaları harika olmuş. Benim ajandam sanat eseri olmasa bile şirin oldu diyebilirim.

Türkiye ziyaretimde aldığım tüm kitaplar okundu ve biz kitapsız kaldık. Bu yüzden iki hafta önce kendime beyaz bir kindle aldım. Siyah olanı ise er kişisine verdim. Şimdi kitap okumaya tam gaz birlikte devam edebiliriz. Hafta sonları en büyük eğlencemiz kitaplarımızı alıp kitap kafeye gitmek. En son gittiğimiz kafeye resmen aşık oldum. Ayrıca menüde türk kahvesi bulmak benim için çölde su bulmaya eş değerdi. Türk kahvemi yudumlayarak saatlerce kitap okumanın zevkini hiçbir şeye değişmem. Uzunca bir süre başka yere girmek istemeyecek ayaklarım. Beni hep onun olduğu sokağa yönlendirecek.


Daldan dala atladığım blog yazımın sonuna geldim. Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşmek üzere.
Kendinize iyi davranın.
Sevgiler.

Ben bu yazıyı sevdim diyorsanız; diğer kahve bahane yazılarına erişmek için tık yapmanız yeterli.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

4 Ekim 2017

Kahve Bahane #5


Ona en güzel anılarımı yükledim ve benden çok uzağa gönderdim. O, artık uzunca bir süre başkalarının pencerelerinde doğacak ve batacak. Başkalarının en güzel anılarında yer alacak ve başkalarının içini ısıtacak. Onun bana geri döneceği döneme dek, ben artık farklı şeylerden zevk almanın peşinde koşmaya başladım. Çünkü dışarısı onsuz buz gibi. Çimenler eskisi kadar yeşil değil. Renkler tüm parlaklığı kaybetti.

O gittikten sonra Filharmonia Krakow'da, Charles Olivieri'nin şefliğinde Gustav Mahler'in II. senfonisini dinledim. Bu benim ilk klasik müzik konserine gidişimdi. Şimdi gitmediğim günlere ve dinleyemediğim senfonilere yanarım. Yaklaşık bir saat kırkbeş dakika süren bu harika konserde hiç sıkılmadım. Bilgisayardan klasik müzik dinlemek ile tüm enstrümanların yer aldığı bir salonda dinlemek arasında ciddi bir fark var. Çünkü orada, o koltukta oturup tüm benliğinizle müziğe odaklanabiliyorsunuz. Kemanın naif sesi, üflemeli çalgıların kulağınıza fısıldaması ve arpların tınısı ile bedeniniz orada olsa bile, ruhunuz bilinmez düşlere doğru koşuyor. Klasik müzik bende daha çok yazma duygusunu tetikliyor. Ne zaman dinlesem, aklıma bunu kesin yazmalıyım dediğim konular geliyor. En büyük hatam ise o anda onları bir yere not etmemek. Çünkü geldikleri hızla gidiyorlar.


Onsuz geçen ilk hafta sonumu sanatla doldurdum lakin onsuz daha geçecek nice hafta sonlarım olacak. Onun için kendime devamlı bir aktivite yaratmaktan geri kalmadım. Onu göremeyeceksem, sokaklarda gezmenin ne anlamı var dedim ve kendimi odalara kapattım. Burada bahsi geçen oda depresyona girip kapatılan odalardan değil. Kış aylarımın en güzel aktivitesi olan escape room'dan bahsediyorum. Yazın rafa kaldırdığım bu aktiviteme hız kesmeden devam ediyorum. Geçen hafta ve bu hafta sonu olmak üzere, kendimi iki kere bir odaya kapatıp, 1 saat içinde odadan kaçmayı başardım. Tabii bunu ekip halinde gerçekleştirdik. Harika ekip arkadaşlarım var. Biz üç kişiyiz. Her gittiğimiz odada harika vakit geçiriyoruz.

 Escape room genelde korku odaları ile karıştırılıyor ama öyle değil. Burada amaç sizi korkutmak değil. Belirli bulmacalar çözmeniz. Tüm odaların bir konsepti ve hikayesi var. Bizim önceki hafta gittiğimiz odanın konsepti steampunk tarzında döşenmiş olan ve gizli bir kişilik deneyi yapan Doktor Veba'nın laboratuarındaydı. Deneylerinde insanları kullanan Veba, kendi ismini taşıyan ölümcül hastalığın çaresini bulmuştu. Fakat doktor saplantılı ve çılgın olduğu için tarifi hiç bir siville paylaşmıyordu. Bizim görevimiz ise bu sihirli tarifi Doktor Veba'nın laboratuarından çalmaktı. Eğer 60 dakika içinde formülü bulursak, kendimizi yakalanmış olan vebadan kurtarıp, özgürlüğümüzü elde edebilecektik.

Escape room sayesinde daha önce hiç deneyimlemediğim şeyleri yaşıyorum. Mesela geçen sene kelepçe ile kalorifer direğine bağlandım. Böylelikle kelepçe bileğimdeyken devamlı çekiştirmemem gerektiğini öğrendim. Her çekişinizde kelepçe bileğinizi sıkıyor. Benim gibi bilmeyenler varsa şimdi öğrenmiş oldular.

Doktor Veba'nın odasında ise gözlerim kapalı bir sandalyede başladım oyuna. Kollarım sandalye koluna bağlı bir vaziyette. Kafamı eğip, gözümdeki bandı bağlı olan elimi kullanarak çıkarmayı başardım. Bir sandalyeye bağlı olmak gerçekten insanı geriyor. Filmlerde gördüğümüz gibi kurtulmak ise pek mümkün değil. Siz siz olun bir sandalyeye bağlanmaktan kaçının. Tüm zorlu ve bir o kadar da eğlenceli şifreleri çözerek, 60 dakika dolmadan odadan çıkışımızı sağlayan formüle ulaştık. İşte bu da mutluluğumuz objektife yansıması. Çünkü ölmemiştik.


Gelelim bu hafta sonu gittiğimiz escape room maceramıza. Bu zamana kadar 10 kere escape room deneyimi yaşamama rağmen en tırstığım oda olur kendisi. Odanın ismi Karabasan. Zaten bu bile korkmam için başlı başına bir neden. Konsept ve konu ise ismini destekleyen unsurlar barındırıyordu. Karanlıktan korkan ve fısıltılar duyan bir çocuğun ortadan kaybolduğu odada 60 dakika geçirerek hayatta kalmak ve kaçış için gizli geçidi bulmak. Görevimiz buydu. Bu sefer içeride var olan müzik tüm konsantrasyonunu aldı götürdü benden. Kapı gıcırtıları, derinlerden gelen fısıltılar oldukça gerçekçiydi. Arada bir bize göz kırpan ve kapanan aydınlatmalar tuzu biberi oldu resmen. Şimdi diyeceksiniz daha bir iki paragraf öncesi korku odası değil diyorsun Yasemin. Dediğim gibi sağdan soldan fırlayan ve size fiziksel olarak zarar verecek hiçbir unsur yok içeride. Sadece öyle bir hava verilmek üzere tasarlanmış. Yine biz bulmacalar çözdük, anahtarlar bulup kilitli dolapları açtık. Arada bir müzik yüzünden kulaklarımı kapatmamı ve oyun arkadaşlarımın arkadamdan belime sarıldıklarında attığım çığlıkları saymazsak 60 dakikayı eğlenceli bir şekilde geçirdim. Kaçış için yatağın altında bulduğumuz mini bir tünel vardı. Oradan geçerken çok eğlendim.
İşte bu da kabustan hiçbir yara bere alamadan uyanmanın vermiş olduğu huzurun fotoğrafı.


Bunların yanı sıra board game oyunlarında da bayağı ustalaştık. Ama şimdilik bana müsade. Board game oyunları için ayrı bir yazı yazacağım. Orada görüşmek üzere.
Size ve en kısa sürede geri dönmesi dileğiyle, ona, yani güneşe sevgilerimle.

Kahve bahane serisini sevdim derseniz serinin diğer yazıları için tam olarak burayı tıklamanız yeterli.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.